Santiago De
Cuba, Küba’nın eski başkenti ve ikinci büyük şehri. Biz buraya 14 Şubat
sevgililer gününde geldik. Yolculuğumuz Geini (Trinidad'ta at turunu ayarlayan organizatör) sayesinde oldukça heyecanlı geçti. Bizi Sancti Spiritus'a göndereceğini, orada başka bir taksi şoförü tarafından alınacağımızı söylemişti. Böylelikle Santiago De Cuba'ya varacaktık. Ancak Santi Spiricuz'a geldiğimizde anladık ki bizi transfer için başka bir taksi beklemiyor. Camaguey'e giden İtalyan bir çift bulup yola çıktık. Olmadı bir akşam Camaguey'de kalırız diye düşündük. Otobüs bileti sormak için viazul otobüs firmasına (tek firma devlete ait) gittiğimizde Leo yanımıza geldi ve Santiago De Cuba'ya gittiğini söyledi. Onunla birlikte akşam saatlerinde yolculuğumuzu tamamlayıp, yeni kasamıza yerleştik. Leo sayesinde sonraki yolculuklarımızda da çok rahat ettik.
Casaya
yerleşir yerleşmez yemek yemek için dışarıya çıktık. 14 Şubat olduğu için her yer çok kalabalık ve
tüm restoranların rezervasyonları doluydu. Restoran önlerinde müşterilerin
kuyrukta saatlerce beklediği bir durum ile karşılaştık. Ancak her yer ışıl ışıl süslenmiş
ve herkes çok şıktı. Şehrin
merkezinde bir şeyler içip canlı müzik dinleyebileceğiniz parklar, cafeler var.
Küba’nın
geneline baktığınızda en güzel kızların ve en yakışıklı erkeklerin tümü bu
şehirde bir araya toplanmış gibi. Eskiden Afrikalı köleler ilk buraya
getiriliyormuş, şu anda da burada yaşayanların çoğu Afrika kökenli.
Sokaklar çok
dik. Bu yüzden turumuzu bici taksi yerine motorlu taksi ile yaptık. Taksi ile
anlaşırsanız sizi görülmesi gereken her yere sıra ile götürüp gezmeniz için bir
süre bekliyor. Yarım günlük tur 8 CUC.
Devrimin izlerini birçok binada görmek mümkün. Burası bir okul. Devrim zamanında da toplanma merkezi olarak kullanılıyormuş.
Burada da
merkez park ve etrafında restore edilmiş binalar bulunuyor.
Merkez park
içinde bulunan deniz altı canlıları fotoğraf sergisi çok enteresandı.
Merkezde
bulunan Catedralin içindeki müzeyi ücretsiz gezebilir, flaş kullanmadan
fotoğraf çekebilirsiniz.
En çok
etkilendiğim yer Bacardi ailesinin müzesi oldu. Özellikle Afrikalı köleler için
kullanılan eşyalar, işkence aletleri insanın kanını donduracak düzeyde. Bağlama
zincirleri, anahtarlar, kilitler, boyun kesme kütükleri, tüm köleleri yan yana
dizerek bağladıkları tahta aparatları görünce üzülmemek ve insanın dünya
üzerinde yaşayan en acımasız ve en tehlikeli canlı türü olduğunu düşünmemek
imkansız. Ayrıca bu müzede, bu aileye ait eşyalar var. Devrim zamanında
kullanılan eşyalar da sergileniyor. Müze içerisinde bir ekranda Santiago De
Cuba tanıtım filmi sürekli gösteriliyor. Ayrıca alt kata indiğinizde yerliler
ile ilgili eski eşyaları (ok, yay...) ve mumyalanmış eski insan bedenlerini de
görebilirsiniz (kişi başı giriş 2 CUC, biletlerinize dikkat edin çıkış alt
katta ki kapıdan yapılıyor ve biletlerinizi gösterdikten sonra buradan
çıkmanıza izin veriliyor).
Sahil tarafı
çok bakımlı ve güzel. Marina restoranı sizi gezdiren taksi gösteriyor. Buradan
az ileriye yürüdüğünüzde (yüzünüz restorana dönükken sağa doğru gideceksiniz)
suyun kenarında bağlı gemi restoranı göreceksiniz. Canlı müzik eşliğinde
yemeğinizi burada yiyebilirsiniz. Balık menü kişi başı 6 CUC. İçerisine pilav,
muz cips ve salata dahil. Hoş bir ortam.
Sahilde halk
için ayrılmış büyük bahçeler, spor alanları ve çocuk parkları var.
“Casa De La
Trova” ya muhakkak uğrayın. Öğle saatlerinde ve akşamları canlı müzik performansları
sergileniyor. Tüm Küba’da Casa De La Trova’lar arasında en beğendiğim burası oldu. Sahne alan sanatçılar muhteşem
Küba müziği yapıyorlardı. Buradan ve başka yerlerden bir sürü müzik CD’si
aldık. Buradan aldıklarımız çok iyi çıktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder